İstismar Anlamı Ne Demektir? Güç, İktidar ve Toplumsal Düzenin Kesişimindeki Çarpıklık
Siyaset bilimi, her şeyden önce güç ilişkilerini anlamaya ve bu ilişkilerin toplumsal düzen üzerindeki etkilerini irdelemeye odaklanır. İktidarın yapılandırdığı dünyada, güçlülerin zayıflar üzerinde kurduğu baskılar, sosyal yapıları şekillendirir. Bu dinamikler, sadece ekonomik ve politik kararlarla değil, aynı zamanda insanların birbirleriyle kurduğu etkileşimlerle de biçimlenir. Bu bağlamda, “istismar” kavramı, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde güç dengesizliklerinin ve iktidarın suiistimalinin bir ifadesi olarak karşımıza çıkar.
İstismar, aslında çok yönlü bir olgudur. Bazen doğrudan fiziki bir şiddet biçimiyle karşımıza çıkar, bazen de daha ince, ideolojik bir biçimde ortaya çıkarak toplumsal yapıyı zedeler. Toplumun erkek ve kadın arasında keskin bir şekilde bölünmüş olduğu, farklı güç dinamiklerinin etkili olduğu bir dünyada, istismar yalnızca bireylerin değil, aynı zamanda devletin, kurumların ve ideolojilerin de sorunudur. Peki, istismar ne demektir ve toplumsal düzende nasıl bir yere sahiptir?
İstismar: Güç İlişkilerinin Görünmeyen Yüzü
İstismar, bir kişinin ya da grubun, başka bir kişinin haklarını ihlal ederek, onu maddi, psikolojik veya fiziksel olarak sömürmesi, kullanması anlamına gelir. Ancak bu tanım, istismarın derinliğini ve çeşitliliğini tam olarak yansıtmaz. İstismar, aynı zamanda iktidarın gücünü kötüye kullanarak, toplumun farklı kesimlerinde bireylerin özgürlüklerini kısıtlamasıdır. Bu durum, sadece kişisel ilişkilerde değil, toplumsal yapıda da derin etkiler yaratır.
Örneğin, kadınların tarihsel olarak toplumda daha düşük statülerde yer alması, onları sıklıkla istismara açık hale getiren bir durumdur. Bu güçsüzlük, erkek egemen toplum yapısının sonucu olarak ortaya çıkar. Erkeklerin stratejik bir güç odağı olarak konumlanması, kadınların toplumsal katılımını zorlaştırır ve onların, karar alma süreçlerine dahil olmalarını engeller. Burada sadece bireysel hak ihlallerinden söz etmekle kalmayız, aynı zamanda toplumsal yapının nasıl şekillendiğini, güç dinamiklerinin nasıl sürdürüldüğünü de görmüş oluruz.
İktidar ve Kurumlar: İstismarı Koruyan Yapılar
İktidar, toplumsal düzende istismarın gerçekleşmesi için gerekli olan koşulları yaratabilir veya buna göz yummakla sorumludur. İktidarın, bireyler arasındaki eşitsizlikleri sürdürme ve güç dengesizliklerini koruma işlevi, istismarı sistematik hale getirebilir. İktidarın veya hükümetlerin, kadınlara yönelik şiddet, ırkçılık ya da ekonomik sömürü gibi sorunlara karşı duyarsız kalması, istismarın meşruiyet kazanmasına yol açabilir.
Toplumun farklı kesimlerinden gelen bireylerin, daha fazla demokratik katılım ve eşitlik için verdikleri mücadeleler, kurumsal güç yapıları tarafından sıklıkla engellenir. Erkekler çoğunlukla iktidarı elde tutan ve güç kullanma becerisine sahip olan grup olarak kabul edilirken, kadınlar genellikle toplumsal etkileşim ve demokratik katılım perspektifinden bakarlar. Bu farklı bakış açıları, iktidar ve kurumların işleyişinde eşitsizlik yaratır.
İdeoloji: İstismarı Meşrulaştıran ve Sürdüren Güç
İdeoloji, bir toplumda kabul edilen değerler, normlar ve inançlar sistemidir. Bu değerler, hem bireylerin davranışlarını hem de kurumların işleyiş biçimlerini şekillendirir. İdeolojik yapılar, toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk gibi kategoriler üzerinden istismarı meşrulaştıran bir rol oynar. Örneğin, patriyarka (erkek egemen toplum yapısı), kadınların maruz kaldığı şiddeti ve istismarı normalleştirebilir, hatta ona göz yumarak bu yapının devamını sağlar.
Aynı şekilde, neoliberal ideoloji de ekonomik istismarı meşrulaştırabilir. Küresel kapitalizmin etkisiyle, işçi sınıfı ve düşük gelirli bireyler, güçsüz ve savunmasız kalırken, daha güçlü kurumlar ve elit kesimler bu durumu kendi lehlerine kullanabilirler. Ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesi, bireylerin bu tür istismara maruz kalmasına neden olur.
Vatandaşlık: İstismara Karşı Direnç
Toplumsal yapının derinliklerine işleyen iktidar ilişkileri ve ideolojik yapılar, bireylerin haklarını ellerinden alabilir ve onları istismara açık hale getirebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, vatandaşlık kavramının bu noktadaki rolüdür. Vatandaşlık, bireylerin devlet karşısında sahip oldukları haklar ve bu hakları savunma yükümlülüklerini ifade eder. Bir toplumda, istismara karşı direncin artması, insanların toplumsal katılımına ve demokratik sürece olan bağlılıklarına bağlıdır.
Kadınların bu direnci oluştururken, genellikle toplumsal etkileşim ve demokratik katılım odaklı bir bakış açısı benimsediklerini görebiliriz. Kadın hareketleri, bu bakış açısıyla, yalnızca kendileri için değil, toplumun tüm kesimlerine adalet ve eşitlik sağlamaya yönelik bir çaba içindedirler. Erkekler ise genellikle güç odaklı ve stratejik bir bakış açısıyla, bu yapıları değiştirme ya da sürdürme çabası içindedirler. Her iki bakış açısı da, toplumun daha eşit ve adil bir yapıya kavuşması için önemli bir rol oynamaktadır.
Sonuç: İstismar, Güç İlişkilerinin Yansımasıdır
İstismar, yalnızca bir insanın başka bir insan üzerindeki doğrudan baskısı değildir. Aynı zamanda toplumsal yapıları ve iktidar ilişkilerini şekillendiren, bireylerin, kurumların ve ideolojilerin içinde barındırdığı bir çarpıklıktır. Erkeklerin güç odaklı bakış açıları ve kadınların demokratik katılım odaklı perspektifleri, bu istismarın toplumsal düzeyde nasıl şekillendiğini anlamamızda önemli ipuçları sunar.
Peki, sizce toplumsal yapıları değiştirebilir miyiz? İstismar, sadece bireysel bir sorumluluk mu, yoksa kolektif bir toplumsal sorumluluk mudur? Bu yapıları dönüştürmek için hangi stratejilere başvurmalıyız?